Atatürk Kültür Merkezi’nin elim yangın olayından kırk bir yıl sonra, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş günü olan 29 Ekim’de tekrar açılışı, ülkemizin kültür tarihinde çok önemli bir dönemeç olma özelliği taşıyor. 

Umarım iki kıtayı birleştiren kadim şehir İstanbul’un kalbinde yer alan bu görkemli mekânda sahnelenecek sanat eserleri; tarihimizin, bugünün ve geleceğin onurlu kültür değerlerini canlandırarak Türk toplumuna tekrar kazandıracak ve hak ettiği gururu yaşatacaktır.

Tarih sahnesinde ortaya çıkan büyük devletler, daima büyük sanatçılarının omuzlarında yükselmiştir. Britanya Adası’nı emperyalist bir güce dönüştüren 1. Elizabeth Dönemi Shakespeare’le; Floransa ve Avrupa’ya Endülüs’ten sonra ikinci Rönesans hareketini getiren Muhteşem Lorenzo (Lorenzo de Medici) Dönemi Leonardo da Vinci ve Michelangelo’yla; Almanya’nın 19. yüzyıldaki büyük kültür hamlesi, Goethe, Beethoven ve Wagner’le; 18. yüzyıl Fransız Aydınlanma Dönemi, Voltaire ve J. J. Rousseau’yla anılır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün de milletler mozaiği olan Osmanlı Devleti’nden sonra kurulacak, tek millet esasına dayalı yeni devlet, yeni ulus için hedeflediği hamlelerin en başında dil, tarih ve musiki alanlarında atılacak adımlar geliyordu.  

İlahi Aşk ve Varlığın Birliği esaslarına dayanan ve büyük bir coğrafyanın olağanüstü incelmiş bir harmanı olan Osmanlı Saray Müziği ile geniş halk kitlelerinin ruhunu en derinden, en gerçek hâliyle yansıtan Halk Müziği’ni temel alan ve yeni devletin siyasi ve kültürel birliğini güçlü bir şekilde ifade eden, çok sesli, millî ve çağdaş yeni müziğin yaratılması, Atatürk’ün de en önemli hedeflerinin başında geliyordu. Konusuyla, müziğiyle yeni Türk Ulusu’na yaraşır büyük eserler yaratmak… Tanzimat Dönemi’nde müzik alanında gerçekleşen Batılılaşma hareketinin aksine bu, bir anlamda özüne dönme, kendi bağımsız millî kültürünü yeniden canlandırma hamlesiydi.

1934 yılında İran Şahı’nın Türkiye’ye gelişi vesilesiyle kaleme alınan, Atatürk’ün konusunu bizzat verdiği, Münir Hayri Egeli’nin librettosunu yazdığı ve 27 yaşındaki Ahmet Adnan Saygun’un bestelediği Özsoy operası hem adı hem de konusuyla bu inkılap hareketinin öncüsü oluyordu. 

Opera, esas itibariyle, Türk Soyu’nun 40,000 sene önce İran ve Avrupa medeniyetlerinin özünü yarattığı gerçeğini konu almaktaydı. Bu amaç ve hedefler ne yazık ki Mustafa Kemal Atatürk’ün hayattan ayrılmasıyla (hatta daha o hayattayken) Batı muhipleri tarafından rafa kaldırılıp uygarlığın Avrupa kökenli olduğu safsatasıyla yer değiştirecek ve bu kültürel karmaşa, Alaturka-Alafranga, Tek Sesli Müzik-Çok Sesli Müzik taraftarlarının çatışmalarıyla bugüne kadar gelecekti. Oysa Klasik Türk Müziği de Çok Sesli Müziğimiz de bizimdi ve biricikti.

Nihayet sayın Cumhurbaşkanımız bu kutuplaşmayı ortadan kaldıracak büyük projeyi hayata geçirdi. Neredeyse bir asra yaklaşan bir süreden sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, tıpkı Atatürk-Adnan Saygun birlikteliğinde olduğu gibi, Saygun’un kıymetli öğrencisi Hasan Uçarsu’yu, yalnız İstanbul’un değil, tüm Anadolu’nun maneviyatını Süleymaniye, Selimiye Cami’lerinde ölümsüzleştiren büyük mimarımızı konu alan Sinan operasını bestelemekle görevlendirdi. 

Hasan Uçarsu, Adnan Saygun’un son saatlerinde, başucundaki bizlere, sahip çıkmamızı vasiyet ettiği bir emanettir. Seksen dört yıl sonra gerçekleşen bu Devlet Başkanı-Sanatçı buluşmasının, aynen tarihten verdiğimiz örnekler ve Atatürk-Saygun birlikteliğinde olduğu gibi, toplumumuza onur kazandıracak eserlerin yaratılmasına yeniden yol açacağına inanıyor ve umut ediyorum. Atatürk Kültür Merkezi’ne yaraşan da budur ve ülkemiz adına çok kıvanç duyacağımız bir kültür hamlesidir.

Bu tarihi projede yer alan, başta Cumhurbaşkanımız, Kültür Bakanlığımız, bütün engellere var güçleriyle karşı koyan Cumhurbaşkanlığı başdanışmanı Sayın Fecir Alptekin’e; operanın kostüm, dekor ve sanat yönetmenlerine; orkestra şefi, korosu, solistleri, sahne arkası emekçileri ve yöneticilerine şükran duygularımı iletmek isterim. Librettonun eşim Halit Refiğ’in, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin siparişi üzerine, Sedat Hakkı Eldem’den mimari danışmanlık alarak yazdığı ancak çekme şansına kavuşamadığı eseri Koca Sinan’dan yararlanılarak kaleme alınması beni ayrıca çok mutlu etti. Bir özel teşekkür de AKM’nin açılışı için bu fikri yıllardır savunmuş olan Sayın Ali Saydam’a…

Bu vesileyle, Cumhuriyet Dönemi ve 20. yüzyılın yüz akı, üst düzey temsilcileri olan bestecilerimizin gün ışığına çıkmayı bekleyen operalarının bu abidevi mekânda sahnelendiğini görmek, en büyük arzumuzdur. Bu eserleri görmezden gelmek hem Atatürk’ü hem de kendi millî kültürümüzü inkâr etmek demektir. Unutulmamalıdır ki, “Devletin temeli millî kültürdür.”

Bu mutlu olayı taçlandıran başka bir gelişme -hiç kuşkusuz- estetiğiyle göz dolduran Taksim Camisi’yle Atatürk Kültür Merkezi’nin âdeta, bayrağımızın sembolleri olan Hilal ile Yıldız’ın barışmasının, huzur ve sükûnun temsilcileri olarak, karşı karşıya gelmesi ve kucaklaşmasıdır.

Ülkemize, milletimize ve dünyadaki tüm sanat âlemine hayırlı olsun. 

Blog

AKM Etkinlik - AHMET ÖZHAN
AHMET ÖZHAN

Atatürk Kültür Merkezi

AKM Etkinlik - SUAT ARIKAN
SUAT ARIKAN

Evim AKM

AKM Etkinlik - CİHAT AŞKIN
CİHAT AŞKIN

İstanbul Kimliğinin Sembolü

AKM Etkinlik - GÜLSİN ONAY
GÜLSİN ONAY

Atatürk Kültür Merkezi Hayırlı Olsun!

AKM Etkinlik - MURAT TABANLIOĞLU
MURAT TABANLIOĞLU

Kent, Sanat ve Mimari